18 Eylül 2016 Pazar

SUBLİMİNAL MESAJLAR VE 25. KARE TAKTİĞİ

 Beynimiz, kulağımıza 20 ile 20 000 hertz arasındaki sesleri iletir. Duyamadığımız titreşim aralıklarında bize dinletilen sesleri beynimiz kulağımıza duyuramaz ve bilincimize depolar.

Neden hepimiz hem rahatsız oluyoruz hem de bütün dizileri kaçırmadan izliyoruz?

Yoksa ekran başında uyuşturuluyor muyuz?

Bizi zehirleyen bir teknik mi kullanılıyor?

Hem kınayıp hem neden dikkatle takip ediyoruz?

25. kare nedir?

Bu yolla nelerimizi kaybediyoruz?

Mesleki ifadelerle zorlaştırılmış bir anlatımla başlamak istemiyorum. Merak edenler için bu karmaşık anlatımları sona ekleyebiliriz diye düşündüm.

Basit bir anlatım tercih edersek televizyon ekranı 25 eşit kareye bölünmüş bir sistem içermektedir. İzlediğimiz görüntüler aslında bu parçaların toplamından gözlerimize yansımaktadır. Biz bu eşit parçalardan 24 tanesi görür ve kolaylıkla algılarız. 25. kareyi ise sessiz sedasız beynimiz şuuraltına iter. Gözlerimiz bu ayrıntıyı seçemez bile.

Ama bilincimiz algılar ve önemser. Tabiri caizse uslu bir çocuk gibi yapılan bu tembihleri uygular. Gözle görülemeyecek kadar kısa sürede patlayan flaşlar şeklinde mesaj ekranda belirir ve biz anlamadan kaybolur.

Görmediğimizi düşündüğümüz bu telkini bilincimiz atlamaz ve hemen derinlerde bir yerlere depolar, biriktirir ve maalesef uygular. Bu gizlenmiş görüntüyü çok yavaş sarıldığı takdirde bazı özel yöntemlerle fark edebilmemiz mümkündür.
ubliminal mesaj nedir?

Eminim birçoğumuz bunu biliyoruzdur. Veya şuuraltına mesaj iletmek olur mu, diye düşündüğümüz oluyordur.
Şayet soruyu böyle sorarsak sadece ekranla sınırlı olmayan bilinçaltı uyarı çeşitlerinden yani bombardımanlarından da söz edebiliriz. Örneğin radyo frekanslarıyla yapılanlar.

Beynimiz, kulağımıza 20 ile 20 000 hertz arasındaki sesleri iletir. Duyamadığımız titreşim aralıklarında bize dinletilen sesleri beynimiz kulağımıza duyuramaz ve bilincimize depolar.

Alfa dalga boyuna gizlenen seslerle farkında olmadan zehirlenebiliriz. Büyük marketlerde dinlediğimiz müziklerin dibine daha çok almamız gerektiği, ancak harcarsak mutlu olacağımız telkini yerleştirildiğini biliyor muydunuz? Ya da radyolarda dinlenilen müziklerin mp3 tekniğiyle zararlı mesajlarla birlikte dinletildiğini?

Örneğin Irak’ta bu yöntem işgalden önce kullanılmıştır. “Direnmen faydasız” mesajı radyoda Kuranı Kerim yayının altına gizlenerek verilmiştir. Ve ne kadar keskin sonuçlar alındığını şimdilerde hepimiz üzüntüyle görmekteyiz.

Reklâm panolarının, logoların ve benzeri resimlerin içine gizlenen resim, simge, şekil, kelime, rakamlarla yapılanları da vardır (ABD dolarında olduğu gibi). Hatta koku yolu ile bile subliminal mesaj verildiği kayıtlara geçmiştir.



Bu gizli ve büyük tehlike psikanalistlerin, psikologların, insan yaradılışından çok iyi anlayan uzmanlar tarafından bulunmuştur. “İnsanları nasıl daha derinden etki altına alabiliriz?” sorusunun cevabı olarak ortaya çıkmıştır.

Gözlemler ve deneyler sonucunda şuuraltına verilen uyarıların daha etkili olduğu doğrulanmıştır.

Reklâmcılık Uzmanı James Vicary adındaki Amerikalı, ilk kullanan kişi olarak kayıtlara geçmiştir.

İlk olarak sinema salonlarında içecek satışlarını arttırması için kullanılmıştır. İlk kullanımı aslında deney niteliğindedir. Sinemada gözlerin seçmeyeceği bu malum kareye buz gibi kola iç yazısı veya resmi yerleştirilmiştir. Film arası verildiğinde bilin bakalım ne olmuştur. Tabiî ki kola satışları patlamıştır
Başlarda ticari amaçlar için kullanılması hedeflenmiştir.

Ama zamanla işler değişmiştir. Keşke kolayı daha fazla satmak kadar masum girişimler olarak kalsaydı. Tabiî ki öyle olmadı. Bunları sıralamamız mümkündür.

Ürün reklâmı yapmak
Psikolojik yönlendirmeler yapmak (sapkınlaştıran fikirler, ahlaksız saplantılar kazandırmak)


İnanç propagandaları veya siyasi görüş baskısı yapmak (karalama kampanyaları ile bazı dinleri! olumsuz, sevimsiz veya cani göstermek, terörle benzeştirmek.)

Uluslar arası ilişkilere istenildiği gibi yön vermek (Örneğin neden bazı ülkelerin dünyada patron veya en büyük güç olduğunu düşünürüz?)

Yanıltıcı bilgilendirmeler yapmak (Korku paranoyaları aşılamak gibi. Düşünürsek televizyonda çocuklarımıza güçsüz, işe yaramaz, etkisiz insanlar oldukları mesajı veriliyorsa sonucu ne fena olacaktır.)

Savaş tekniği olarak kullanmak

Sıralama daha uzayabilir. Sonuçları çok ağır olacak bir tehlike olduğu kesin olarak söyleyebiliriz. Vaktiyle en masum çizgi filmlerin içine cinsel içerikli o kadar gizli mesajlar yüklemişler ki, onları izleyen nesillerin ne bir dava heyecanı ne de vatan millet aşkı taşımaları mümkündür.

Zaten parklarda sokaklarda henüz ergen olmamış sevgililerin dolaştığına hayretimiz azalarak şahit olmuyor muyuz? Çocuk denecek yaşta derslerini asarak âşık, maşuk provası yapan gençleri başka nasıl izah edebiliriz kendimize. Zaten bu mesajlar direk olarak da veriliyor.

Açık seçik çeşitli kanallarda aşk cinsellik çekinilmeden işleniyor. Ve evlatlarımız bunları izlemek konusunda sınırlandırılmıyorlar. Herkesin kulağında her model mp3 müzik aletleri var. Bakalım benliğimizi değerlerimizi asaletimizi eski haline döndürebilecek miyiz?



Hala da çocuklarımızın izlediği çizgi filmlerde gizlenmiş tek göz sembolleri, Yahudiliğin simgelerinden üçgen prizma, şeytana tapma ayinlerinde kullanılan ritüeller, satanizm simgeleri gibi gerçekliği kanıtlanmış tespitler vardır.


Bunlara internetten ulaşmak mümkündür. Detaylı videolarla gerçekleri belirten çalışmalar var.



1900’lü yıllarda kullanmaya başlandığını bildiğimiz bu sistem, yine 1900’lü yılların başlarında bir illüzyonist aynı zamanda psikoloji profesörü olan bir bilim adamı tarafından keşfedilmiştir, insanların gözlerindeki bu yanılgıyı ilk o fark etmiştir.



Şimdilerde çığırından çıkan subliminal mesaj fikri böylece ortaya çıkmış ve geliştirilerek 25. kare faciası ve diğerleri kullanılmaya başlanmıştır.



“Bu korkunç ve sinsi tehlike kabul edilen bir gerçek mi yoksa varsayım mı?” diye sorabilirsiniz. Varsayım denilmesi mümkün değil. Çünkü yasalarda bile düzenlenmiş maddeler var bu konu ile ilgili.



Merak edenler için 3984 sayılı yasanın 20. maddesinde tüketicinin haklarının korunması bakımından şuur altı reklâmların yasak olduğu belirtilmektedir. Ülkemiz hariç dünyada büyük bir teyakkuz vardır bu konuda.



Bilhassa Rusya bu konuda alarmdadır. 1964 de İngiltere’de, 1974 de ABD’de ve daha 55 ülkede insanlarını bu saldırılardan korumak üzere düzenleme ve yaptırımlar uygulamaya başlanmıştır.



Mesela bilgilere göre Rusya’ da her 5 programdan birinde kullanılıyormuş. Rusya Basın Bakanlığı bu tekniği kullanan yayın organlarının lisanslarını iptal ediyor. Hatta yaygın bir şekilde bu uygulamayı tespit eden detektörler kullanıyorlar.



Zannederiz ki artık bütün ülkelerde kullanılıyor. Özellikle İngiltere ABD gibi ülkelerde.



Irak işgal edilmeden önce direnmenin faydasız olduğuna dair mesajlar verildiğini söylemiştik. Hem de Kuranı Kerim yayını ile birlikte. Ben devleşmiş medya güçlerinin bu tekniği birçok amaçla ülkemizde kullandığını düşünüyorum. Bizim değerlerimizi savunan artık onlarca televizyon var.



Fakat hala izlenme oranları çok düşük. Hâlbuki azımsanmayacak bir çoğunluk olduğumuzdan söz ediliyor. Diğer yayın kanalları daha fazla izleniyor nedense.



Muhafazakâr kesim de onları izliyor, olmayanlar da. Ne kadar hakaretler ediliyor, inançlarımıza saldırılıyor yine de bizler onların dizilerini, haberlerini izlemekten zevk alıyoruz. Eskiden bunun nedenini güzel dekorlar kullanmaları, canlı renkler ve makyajlar, dikkat çekici konu ve konuklar seçmeleri olarak değerlendiriyordum.



Biraz da nefsimize hoş geldiğini kabul ediyordum. Bu konuyu araştırdıktan sonra 25. karelerde bekli de “başka kanal açma” “buradan ayrılma” ya da “hep bizi izle” gibi tembihler olabileceğini düşünmeye başladım. Bunlar masum ve iyi niyetli telkinler, tabiî ki daha fazlasından korkulmalı.


Neden bu kadar dolaylı bir yolla mesaj vermeyi tercih ediyorlar? Uzmanlara göre böylesi daha etkili. Göremediğimiz ve bilincimiz açıkken algılayamadığımız bir şeyi reddetme şansımız hiç yok. Bu hakka sahip değiliz. Çünkü haberdar değiliz. Bu yüzden bu yöntemle uyuşturuluyoruz.

25. karedeki gizli mesajlar bizi etkiliyor.

Diğer 24 karede anlatılanlar zaten bizim için çok olumsuz. Bu durumda bütün kareler bizi şaşırtmak, benliğimizi zedelemek, inançlarımızdan uzaklaştırmak, doğrularımızı yanıltmak, bizi kapital uçurumlara sürüklemek için akşamdan sabaha sabahtan akşama yayın yapıyor.

Gerçekten işimiz çok zor. Üstelik kime sorsak dizileri, programları veryansın eleştiriyorlar ve zararlarından söz ediyorlar. Ama nasıl oluyor bilmiyorum herkes izliyor. İzlemiyoruz diyen kişilerden bile o hafta her hangi bir dizide ne olduğunu öğrenebilirsiniz. Dizi yapımcılarının insafına terk edilmiş bir halde zamanlarımızı boşa harcıyoruz. Harcanıyoruz.

Bütün dindar insanlar hem televizyonun aleyhinde konuşuyoruz hem de akşam birbirimizle bile konuşmadan uyuşmuş gibi televizyon izliyoruz. Misafirlikler gitmeler gelmeler giderek tükeniyor. Herkesin büyük ya da küçük bir ekranı var evinde nasıl olsa. Kimsenin kimseye ihtiyacı kalmadı. Artık eşinizi bile televizyondan seçebilirsiniz.

Tanıdık, eş, dost hükümsüzdür bundan sonra. Ekranlar küçüldükçe yalnızlığımız büyüdü. Ceplerimize girecek kadar küçülen bu teknoloji bizi giderek daha da yalnızlaştırıyor. Arkadaş bulmaya yarıyor fakat insanlığımızı elimizden alıyor.


Kapitalist güçlerin midesini büyüten çaresiz eğlencelere yönlendirildik. Her birimiz “eğlenmek merkezli” hayatlar çiziyoruz kendimize. Bizim toplumumuza hiç uymayan davranışlar giderek sıradanlaştı. Bunları sıralasak çok zaman alacaktır. Ahlaki ve maddi olarak çok yıpratıldık ve devam eden kötü bir gidişat var.

kaynak :http://www.dunyavegercekler.com/haber/302-subliminal-mesajlar-ve-25-kare.html

İLLUMİNATİ KARTLARI



 Aslında İlluminati denen oluşum, teşkilatlanması gereği birçok dala ayrıldığı için hakkında değinilmesi gereken bir çok konu vardır. Ancak bu yazımızda sadece illüminati kart oyunundan bahsedeceğiz.. Gerek internette gerek bazı dergi ve gazetelerde olsun; “İlluminati gelecekte gerçekleştireceği eylemleri yıllar öncesinden bir oyunla açıkladı” tarzında birçok bilgi bulunmaktadır. Peki nedir bu İlluminati kartları?

Amerika merkezli Steve Jackson Games firması 1994 yılında Monopoly gibi kendine has bir kart oyunu piyasaya sürmüştür. Oyunun ismi “illuminati Yeni Dünya Düzeni”dir. Oyunun ilham kaynağı, Robert Shea ve Robert Anton Wilson tarafından 1975’te yayınlanmış, The Illuminatus! Trilogy adlı bir kitaptır. Oyunun amacı: oyuncuların, dünyayı yasal veya yasadışı yollardan yönetmesini sağlamaktır. Oyunun sloganı ise “belki bu oyunun arkasında da illuminati vardır her yerde oldukları gibi…” Buraya kadar herşey normal görünüyor değil mi?
Peki ya size oyun kartlarının üzerlerindeki resimlerin bir süre sonra gerçekleştiğini söylersem? 94’lerde piyasaya sürülen bu kartları incelediğimizde onlarca kartın gerçekleştiğini görüyoruz. Fakat diğer yandan da birçok kart daha gerçekleşmemiş olayları kapsıyor. Bu kartların 370 tanesi açıklamakta zorlandığımız ve daha gerçekleşmemiş olayları kapsıyor. 400’e yakın İlluminati kartı var.
Şimdi bu kartların bazlarına göz atalım;

1.Kartın ismi: “Terorist Saldırı”














Kartın üzerinde bulunan ibare : “Bu kartı kontrolünüz altında bulunan
bir şiddet grubuna +10 güç ya da +10 direnç vermek için kullanın.” Günümüzde artık İkiz Kuleler’in bizzat Amerika tarafından yıkıldığı bilinmekte. İlluminati için çok önemli bir komplo olduğu sadece bu plan için yaptığı subliminaller den anlaşılıyor.
Örneğin Matriks filminde ve kimi walt Disney yapımı çizgi filmlerinde birçok 11 Eylül subliminal
mesajlarına rastlamak mümkün.

2.Kartın ismi: “terorist saldırı 2”

 Kartın üzerinde bulunan ibare bu kartı terorist saldırı kartına +30 güç vermek için kullanınBu karttada pentagona yapılan saldırı açıkça görülmekte pentagona yapılan saldırının ana saldırı olan ikiz kuleler saldırısının zararını arttırmak için yapıldığı düşünüldüğünde oldukça ironik bir durum ortaya çıkıyor.
3.Kartın ismi: “ABD başkanlık seçimi”
 Bu kartta da eski Amerika başkanı bill clintonu çok net bir şekilde görüyoruz. Bütün Amerikan başkanlarıKurukafa ve Kemikler isimli bir cemaatte yetişmekte olduğuna dair bir teori var, açıkcası bu kartlar teoriye delil oluşturur nitelikte. Bu teoriye göre 10-15 yıl sonra kimin ABD başkanı olacağı önceden belli.





















4.Kartın ismi: “Amerika yeni başkanını seçiyor”

Clinton’dan sonra gelen kartımız da ABD’nin ilk siyahi lideri barack obama da Açıkça görüldüğü gibi oyunda ki yerini yıllar öncesinden almış. Bu kartta açık şekilde  Kurukafa ve Kemikler tarikati teorisine delil teşkil ediyor.




















5. Kartın ismi: “gelgit dalgası”
Bu kartta “önceden planlanmış” devasa bir deniz dalgası görülüyor. Japonya’nın başına gelen felaketleri hatırlayalım.

Ortalığı yıkıp geçen,önünde hiç bir şeyin duramadığı tsunami dalgaları… Bu olayın videoları hala internette mevcut. “Japonya ile ne alaka?” diye düşünüyorsanız acele etmeyin sıradaki karta bir göz atın.




















  6.Kartın ismi: “Nükleer Felaket”

Yıl 2011, Töhoku Depremi ve sonrası. Japonya’nın Fukuşima Nükleer Santrali’nde atmosfere radyoaktif madde salınmasına sebep olan olaylar dizisidir. Uzmanlar kazaları Çernobil felaketinden sonra en büyük ikinci nükleer kaza olarak tanımlamakla birlikte, tüm reaktörlerde sorun yaşanması kazaları bugüne kadarki en karmaşık nükleer kaza yapmaktadır.






















7.Kartın ismi: “Deprem Projektörü”
Kartın üzeinde bulnan ibare bir bölgede planlanmış deprem yaratın özelliği ise bu kartı nükller felaket kartıyla kullanırsanız +10 güç verir. ABD’nin haarp silahını duymuşsunuzdur. Bu silahın başlıca fonksiyonlarına bir göz atacak olursak.
* Dünya üzerindeki petrol ve doğalgaz gibi stratejik yeraltı kaynaklarının yerlerini tespit etmek.
* Gerekli zamanlarda ABD ordusu dışındaki haberleşme kaynaklarını kesmek.
* Olası bir füze saldırısında, füzeyi havada imha etmek.
* Depremler yaratmak. gibi fonksiyonları varır. Yani tam olarak kartın oyundaki işlevi ile harpın gerçek dünyadaki işlevi paralel şekilde birbirinin aynısı.




















Şu ana kadar göz attığımız kartlar, şimdiye kadar gerçekleşen olaylardan sadece bazıları. Bir de henüz gerçekleşmemiş felaket kartları var: insanlara laboratuvarda üretilen zombi virüslerinin bulaştırılması, Dünya’da yaşanılacak bir felaket öncesi kurtulması gerekenlerin uzayda bir koloniye taşınması, uzaylılarla anlaşıp dünyanın bazı bölgelerinin işgaline izin verilmesi, ekonomik krizler yaratılıp toplumlar üzerinde baskı kurulması, basın yoluyla insanların manipule edilmesi gibi daha nice olaylar silsilesi ile kartlar uzayıp gidiyor. Ancak sadece şimdiye kadar gerçekleşmiş olan olaylardan bile yola çıkarsak; kartların sahip olduğu ilginç durum bir komplo teorisinin çok ötesinde bir gerçeğe dönüşmüş durumda.








Kaynak :http://korkubilimi.com/komplo/illuminati-kart-oyunu.html

8 Şubat 2014 Cumartesi

PRENSES DIANA ÖLDÜ(RÜLDÜMÜ) ?

Leydi Diana'nın ölümü bir infaz mıydı? Gerçekten Müslüman olmuş muydu?

Ölümü bir infaz mıydı?

Leydi Diana, Lahor Camii İmamı'na; Müslüman olmayı,ancak bunu bir Müslüman erkeğin desteğiyle yapmak istediğini söylemiş.

Prenses Diana ile Mısırlı işadamı Dodi Muhammed el Fayed'in 31 Ağustos 1997'deki ölümlerini ve aşklarını yeryüzünde duymayan kalmamıştı. "Kim bu Dodi, Diana? Bizi ne ilgilendirir?.. Bize ne faydası olmuştur?.." deyu kafa yoramadan medya bombardımanı ile bu ölümcül kazanın paparazzilerin sıkıştırması sonucu yaşandığını öğrendik. Yani medya, kazaya sebep olarak bizzat kendisini gösteriyordu.

Ama vesvese sahibi insanlar bu kazanın normal bir kaza mı yoksa "kaza süsü" verilmiş bir "ortadan kaldırma" mı olduğunu deşelemeye başladılar. Haksız da değillerdi hani... Zira siyaset meydanı tarihini iyi bilenler "kaza süsü verilmiş imha" yöntemlerinde İngiliz istihbaratının ödül sahibi olduğunu da iyi bilirler.
Leydi Diana ile Prens Charles 1981 yılının 29 Temmuz'unda evlenirler. Dünya te­levizyonlarında mil­yonlarca kişi, prensin koluna girmiş "mahçup tabiatlı" pren­sesi canlı yayında seyreder. O günlerde Turkish medya şim­diki gibi dallı budaklı değildir.

Tek kanallı siyah beyaz tele­vizyonlarla durumdan haber­dar olduğumuz için eski aşklar yeniden mi moda oluyor diye düşünüp sevinmiştik. Bizi buna iten de bizzat Diana'nın tavır­larıydı. Utangaç, merhametli, kocasıyla konuşurken bile kibar ve gözünü muhatabına dik­meden bakan mütebessim bir fotoğraf veriyordu. Diana'yı İngiltere sarayına götüren süslü arabayı televizyondan gören komşumuz Fatma teyzeyle kızı "Aah ah, elalemin gelinine bak bir de bizimkine" diye iç geçir­dikten sonra; "Kaynana ile ge­linin bir arada oturmasının" sakıncaları üzerine durum tes­piti yapmışlar ve sonucu bütün mahalleye bildirmişlerdi; "Kız­cağızın bulaşığına bile karı­şacak" diye...


Aradan bir süre geçtikten sonra Diana'ya bir haller olmuş­tu. Gazeteci milletinin karşı­sında sürekli ağlıyor, dahası za­yıfladıkça zayıflıyordu. Herkes bunu "Charles'in hovardalı­ğına" bağlarken İngiliz mahfil­leri sarayda kazan kaldıran asi­lerden dem vuruyordu. Fatma teyze ise hiçbirini kabul etmi­yor, iddiasında ayak diriyordu. İşte bu noktada medya yapaca­ğını yapar ve aşkın duygusal yö­nünü bir kenara atıverir. Gaze­telere göre Diana, saray perso­nelini teselli için sıraya dizmişmiş. Onlar da sırf Diana'ya şef­kat desteği vermek için onu yal­nız bırakmamışlar. Yakın arkadaşı bir süvari yüzbaşısı ile binicilik dersinde kırlara açıl­ması ise bardağı taşırmış.


Sonra haberlerin türü değiş­ti. Diana, kırlara açılmayı bıra­kıp hayır hasenat işleriyle uğraş­maya başlayınca Diana'dan ilgi­mizi kestik. Bu ilgi kesintisinde medyanın da katkısı büyüktü el­bette. Zira Diana-Charles iki­lisini bırakıp başka aşıkların pe­şine düşmüşlerdi.

Aradan ne kadar geçti bilin­mez, Diana'nın tekrar birileriyle dolaştığı haberleri duyulmaya başlar. Tekrar gündeme gelme­sinin sebebi o birilerinin "müslüman" olmasıydı. Tekrar Diana ve sevgilileriyle yatıp kalkmaya başladık. Bir süre son­ra şok bir haberle irkildik. Diana feci bir otomobil kazasına kur­ban gitmişti. Beraberinde Dodi ve şoförünü de götürmüştü.

Prenses Diana ile Mısırlı işa­damı Dodi Muhammed el Fayed'in 31 Ağustos 1997'deki ölümlerini ve aşklarını yeryü­zünde duymayan kalmamıştı. "Kim bu Dodi, Diana? Bizi ne ilgilendirir?.. Bize ne faydası olmuştur?.." deyu kafa yoramadan medya bombardımanı ile bu ölümcül kazanın paparazzilerin sıkıştırması sonucu yaşandığını öğrendik. Yani medya, kazaya sebep olarak biz­zat kendisini gösteriyordu. Ama vesvese sahibi insanlar bu ka­zanın normal bir kaza mı yoksa "kaza süsü" verilmiş bir "orta­dan kaldırma" mı olduğunu deşelemeye başladılar. Haksız da değillerdi hani... Zira siyaset meydanı tarihini iyi bilenler "kaza süsü verilmiş imha" yöntemlerinde İngiliz istihbara­tının ödül sahibi olduğunu da iyi bilirler.

Olay bir Hristiyan İngilizle bir Müslüman Mısırlının başına Fransa'da geliyor. İngiliz de öyle "vatandaş" İngiliz değil "pren­ses" bir İngilizdi. Hayatı çok hareketliydi. Attığı her adımda kraliyeti rahatsız ediyordu. Hele hakkında çıkan "Diana Müslü­man olacak" iddiası kraliyeti oldukça rahatsız etmiş olmalı ki kocası Prens Charles bile İslamiyete ilgi duyduğuna dair komplimanlar yapmaya başla­mıştı. Türkiye'ye geldiğinde bayram değil seyran değilken Eyüp Sultan Türbesi'ni bile ziya­ret etmişti. Bu ziyaret, onun Müslüman olduğuna dair söy­lentilerin ayyuka çıkmasına se­bep olmuş, hatta adını hangi Müslüman adıyla değiştirdiği rivayetleri bile dolanır olmuştu.

Sadede gelecek olursak, tra­fik kazası öncesi ve sonrasında yaşananlara bakıldığında "Prenses öldürüldü mü?" sorusuna in­sanın içinden "evet" diyesi geli­yor. Gerçi bu tür sorular "ha­ince" cevaplar "teröristçe" mu­amele görürler. Varsın olsun, trafik kazası gerçekten kamufleli bir olaysa bu tür yaklaşımlar gün gelir perdenin yırtılmasına sebep olur.


Korkunç iddia


Diana ve Dodi, Fransa'nın başşehri Paris'te Sen Nehri üze­rindeki Alma Köprüsünün altın­da bulunan tünele hızla girer. Mercedes kontrolden çıkarak önce bir direğe çarpar, sonra takla atar ve beton duvara bindi­rir. Emniyet kemerleri takılı ol­mayan Dodi El Fayed ve şoför olay yerinde hemen ölür. İtfa­iye, cesetleri çıkarabilmek için otomobili kesmek zorunda kalır.


Ertesi günlerde gazetelerde kazaya sebep olarak "aşırı hız şoförün alkollü olması ve paparazzilerin arabalarıyla takip edip sıkıştırmaları" gös­terilir. Gazeteciler bu iddiayı ilk etapta reddederler ama henga­me içinde seslerini kimse duy­maz. Dahası iş bu paparazziler, hurdaya dönen Mercedes'te can çekişen Diana'nın fotoğraflarını çekip, kaçmakla kalmamışlar re­simleri 1 milyon dolara pazarla­maya kalkmışlar. Ortada rivayet vardı ama resimler yoktu. Güya hiçbir gazete Diana'nın can çe­kişirken çekilmiş kanlı fotoğraf­larını satın almayı kabul etme­miş. Hatta İngiliz gazeteleri bu fotoğrafları yayınlamama kararı almış. Onun yerine bütün gaze­telerde "hurdaya dönmüş zırhlı otonun" resimleri yayın­lanmıştı.

Amerikan basınının en çok satan haftalık bulvar gazetesi National Enquirer'ın editörü Stephen Coz, ABC Televizyonu'na "Diana'yı otomobilde sı­kışmış, son nefesini vermek üzereyken gösteren fotoğrafları çekenler bir milyon dolar peşindeler. Bizlerden 250 bin dolar istediler ve geri çevirdik" demişti. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni David Perel ise telefonla yaptığı açıklamada, "Fotoğrafları gördüm. Prenses Diana kanlar içindeydi ve arka koltukta Dodi el Fayed'in ce­sedi vardı" diye konuşur.


Bu arada İngiliz bulvar ga­zetesi News of the World Söz­cüsü ise, "Önceki akşam Fran­sız bir foto muhabiri aradı. Diana'nın son fotoğrafları için 320 bin dola r istedi ve geri çevirdik" açıklamasını yapar.

Bulvar gazeteleri dışındaki ciddi gazetelerden ve diğer ül­kelerin medya kuruluşları, me­sela Fransız, İspanyol, İtalyan, Alman medyasından ise bir açık­lama gelmez. Ancak yaşanan ka­za o kadar önemliydi ki isterse Orta Afrika medyasında çıksın resimler yok satar, yayınlayan kâr bile ederdi.

Gazeteci milleti dünyanın her yerinde aynı huydadır. Bü­yük bir olay yaşanacak ve ortada resimler olacak, bunları da ya­yınlamayacak öyle mi?.. Hele haber atlatmak için birbirlerinin gözlerini oymayı bile ihmal etmedikleri halde... Bunu bilen­ler en azından Diana'nın uzak­tan çekilmiş veya araçtan çıka­rılırken, sedye üzerinde götürü­lürken bir kare olsun fotoğ­rafının bulunmamasını garip karşılamışlardı. Zira Fransız po­lisi Sygma ve Gamma ajans­larına bağlı olarak çalışan 6'sı Fransız, biri Makedon 7 serbest foto muhabirini derdest etmiş­ler, film makaralarına da el koy­muşlardı.

Bulvar gazetelerinin dışında­ki ciddi gazeteler resimlerin çok önemli olduğunu, Prenses Diana ile erkek arkadaşı Dodi'nin ölümüyle sonuçlanan kazaya neyin ve kimin sebep olduğuna ilişkin ipuçları verebileceğini dillerine dolarlar. Paris Savcılığı bunları teskin etmek için kısa bir açıklama yapar. Soruşturma sonucunda, kazanın meydana gelişinde gazetecilerin rol oy­nayıp oynamadığının ortaya çı­kacağını söyler. Savcılığa göre 7 gazeteci, Diana-Dodi çiftinin otomobillerini "motorsikletler­le sıkıştırdıkları" için kaza ol­muştur. Yani medya, resmi ma­kamlarca da suçlanmıştır.

Savcı hem soruşturma bit­medi diyor, hem de gazeteleri suçluyordu. Dodi'nin Mısırlı ol­ması sebebiyle Mısır'daki gaze­teci taifesi de akıl fikir yürütür. 01.09.1997 tarihli ajans haber­leri Mısırlıların, Müslüman olan Dodi'nin, İngiliz Kraliyet ailesi­ne girmesini engellemek iste­yen İngiliz gizli servisinin kazayı hazırladığına inandıklarını du­yurur. Haberin ilginç tarafı, Mı­sırlı resmi zevatın da bu yönde açıklaması bulunur.

İşin değişik taraflara gitmesi birilerini rahatsız etmiş olmalı ki, İngiliz kraliyet ailesi ve hükü­met yetkilileri basını tekrar boy hedefi haline getirir. Diana'nın erkek kardeşi Dük Charles Spencer, kardeşinin ölümün­den basını sorumlu tutarak, "Basına kan bulaştı" derken, Diana'nın eltisi York Düşesi Sarah Ferguson da, "Kötü niyetli basının bize karşı uyguladığı sürekli sabotajın sonucudur bu" diye ileri geri konuşur.

Rating'î çok yüksekti

Gerçekten de Prenses Diana, Prens Charles'la evlendiği 1981' den bu yana paparazzilerin en büyük avıydı. İngiliz basını ise Prensesin, basını istediği gibi yönlendirdiğini iddia ediyordu. Örnek olarak da Prens Charles' ın, uzatmalı sevgilisi Camilla Parker Bowles için verdiği doğum günü partisini gölgede bırakmayı başardığı gösterili­yordu. Diana, Fransa sahillerin­de Dodi ile paparazzilere bol bol malzeme çıkararak gazetele­re manşet olmuştu. Dodi ile son beş haftadır yaşadığı iddia edi­len aşk, paparazzilere tam 5 milyon dolar kazandırmış.


İhmal mi cinayet mi?

Kazadan hemen sonra her biri kafa bulandırıcı açıklamalar peşpeşe gelir. Diana ile Dodi' nin kaza anında, içinde bulun­dukları lüks Mercedes'i kulla­nan kişi şöför değil korumadır. Açıklamayı Dodi ailesinin sahibi olduğu Ritz Oteli yapar. Onlara göre arabayı Henri Paul isimli otelin "iki numaralı" güvenlik yetkilisi kullanıyormuş. Merce­des marka otomobillerin yetkili zevatı ise kaza anında, çiftin içinde bulunduğu "zırhlı" lüks Mercedes'in 600 SEL marka oto olduğunu, ağır olduğu için çok tecrübeli şoförlerin kullanması gerektiğini beyan buyururlar. İyi de Dodi ile Diana neden şöför değil de yetkili bir güven­lik görevlisini direksiyon başına geçirsinler ki... Şoförlerinden mi şüphelenmişlerdi. Güvenlik ihtiyaçları mı vardı. Bir şeyler­den mi işkilleniyorlardı? Sonra zırhlı ve güvenli bir arabanın 130 km hızla giderken hızla du­vara, direğe çarpıp takla atarak hurdaya dönmesi normal miydi?..

Medya bunu sesli düşünür­ken Paris Savcılığı yaptığı ince­lemenin sonuçlandığını duyu­rur. Aracı kullanan güvenlikçi Paul'de "yüksek miktarda" al­kol bulunmuş. Tabii bu açıkla­ma kimseyi kesmez. Dodi ile Diana, hem de komplodan korktukları halde iki hatayı aynı anda yapabilirler miydi? Yani direksiyona tecrübesiz, dahası alkollü birini geçirebilirler miydi?..

İngiliz yetkililer başka bir fre­kansa geçerler, Diana'nın kaza­dan bir yıl önce kendisine uygu­lanan "24 saat sıkı koruma" yı kaldırdığını, eğer kaldırmasaydı bu kazayı yaşamayacağını söy­lerler. Peki Diana neden koru­malarını geri çevirmişti?.. Veya İngilizler "devlet namusu" olan birinin, sırf o istedi diye neden güvenlik sistemini kaldırmışlar­dı?.. Acaba Diana, bizzat İngiliz­ler tarafından öldürüleceğinden mi korkuyordu? Korumaları, kendi güvenliğini sağlamak için mi geri çekmişti? Medyanın bu soruları İngiliz polis örgütü Scotland Yard'ın bu konuda başını hayli ağrıtacaktı.

Avrupa gazeteleri Prenses Diana'nın ölüm haberine birinci sayfalarında yer ayırarak okuyu­cularına geniş bir şekilde duyu­rurlar.

Paparazziler aklandı!..

Herkes kazaya paparazzile­rin sebep olduğuna inandığı bir sırada eski uşağının yaptığı bir açıklama gündeme bomba gibi oturur. Uşak Paul Burrel "Lady Diana bir trafik kazasında öl­dürüleceğini biliyordu. Bunu bana söylemişti" demekle kal­maz oturup bir de kitap yazar.


Diana'nın ölümünden tam 6 yıl soma "A Royal Duty" (Bir Kraliyet Görevi) adlı kitabın ba­zı bölümleri Daily Mirror Gazetesi'nde yayınlanır. Kitaptaki ifa­delere göre Diana, uşağına bı­raktığı mektubunda, "Hayatı­mın en tehlikeli dönemini yaşı­yorum" demektedir. Diana, kendisine komplo düzenlemek isteyen birinin de adını verir ve özellikle aracın fren kısmına müdahale edeceklerini öne sür­müştür. Daily Mirror, yasal ne­denlerden ötürü, Diana'nın mektubunda bahsettiği kişinin adını sansürler. Mektup, kaza­dan on ay önce kaleme alın­mıştı.

Diana, kazanın özellikle eski eşi Veliaht Prens Charles'ın ye­niden evlenebilmesi için düzen­leneceğini iddia ediyordu. Burrell'e göre Prenses Diana, tele­fonunun dinlendiğinden emin­di ve koruma olarak verilen po­lislere ise hiç güvenmiyordu.

Bu iddia ile Paparazziler ak­lanmış, geriye bir kişi kalmıştı. Bu kişi, şoför Henri Paul'dü. Hergele, sarhoş kafayla direksi­yon sallamış. Ancak Burrel öyle iddialar da bulunuyordu ki şofö­rün de masum olduğu anlaşılı­yordu.

Bu şoku ikinci bir şok takip etti. İngiliz SKY TV'nin seyir­cileri arasında başlattığı bir anket, halkın büyük bölümü­nün "Diana'nın öldürüldüğü­ne" inandığını ortaya çıkardı. Ankete katılan İngilizlerin yüz­de 81'i Diana'nın bir suikaste kurban gittiğine inandığını belirtir.

Bu arada, haberi yayınlayan The Daily Mirror gazetesi genel yayın yönetmeni Piers Morgan, yaptıkları yayını savunarak "ta­rihi aydınlatmak" istediklerini ileri sürer. Ayrıca Diana'nın ölü­müyle ilgili olarak "İngiltere'de neden hiç soruşturma yapıl­madığının hesabını" sorar.

Kraliyet ise her zamanki gibi sessizliğini koruyarak yorum­dan kaçınır. İyi de, eski uşak neden böyle bir gerçeği açıklamak için 6 yıl beklemişti?.. Belki de Diana'nın çocuklarının olayları kavraya­cak kadar büyüyeceği günü kol­lamıştı.


A Royal Duty adlı kitabına ilişkin açıklamalarını sürdüren uşak Paul Burrell, Diana'nın ha­yatı hakkında "çok şey" bildi­ğini, hepsini kitaba yazmadığı­nı, ancak bunları sadece prense­sin büyük oğlu Prens William la "yüzyüze konuşarak" paylaşabileceğini bildirir ve ila­ve eder; "Karşıma oturtup, 'bak bu bildiklerim, bu his­settiklerim, bunlar da bilip de asla anlatmayacaklarım' di­yeceğim. Kimse bu görüşme­nin içeriğini bilmeyecek. William annesinin hayatında neler olduğunu bilmeli. Hoşlansa da, hoşlanmasa da bu gerçekleri öğrenmeli... "


Uşağın bu çağrısına Diana' nın oğlundan cevap gelir ve sus­masını ister. Uşak da cevap ola­rak Prens William ve Prens Harry'ye bir an önce "büyüme­lerini" tavsiye eder ve der ki "İsterlerse onlara aklımın bir kısmını memnuniyetle verebi­lirim, çünkü görünüyor ki, bir an önce büyümeleri gerek. "

Burrel'in bombası bununla da bitmez. ABD'de yayın yapan ABC televizyonundaki konuşmasında "Diana, Dodi'yi değil, Hasnat Han'ı seviyordu. Onunla evlenecekti. Ancak Hasnat Han'la aralarına bir şeyler girdi ayrılmak zorunda kaldı" diye yaptığı açıklama ka­faları iyice karıştırır. Hasnat Han Pakistan asıllı bir kalp doktoru­dur

Burrell, "ikisinin de kafa yapılarının büyük bir uyum içinde olduğunu, bütün ömür­lerini başkalarına yardım için adayabilecek iki insan olduk­larını" ilave ederler. Prenses, Han ile ilişkisini bitirdikten kısa bir süre sonra da El Fayed ile tanışmış.

Yeni şahitler diyor ki

Paris'teki trafik kazasının şa­hitlerinden Cezayir asıllı Fransız Muhammed Medcahdi, pren­sesin bulunduğu Mercedes mar­ka otomobilin kontrolünü nasıl kaybettiğini Daily Mail gazete­sine (16 Ocak 2004) yaptığı açıklamada anlatır. Prensesin bulunduğu araç Pont D'Alma tünelinde bu şahidin hemen arkasındadır. Araç birden kontrolden çıkar. Hızını artırarak Medcahdi'nin aracına yaklaşır­ken Medcahdi kendini kurtar­mak için gaza daha çok basar. "Daha sonra otomobilin, tü­nelin beton duvarına çarptı­ğını gördüm. Aracın çarpma­sıyla ortaya çıkan gürültü da­kikalarca tünelin içinde çınla­dı" diye konuşur ve bir bomba da kendi patlatır. Kaza sırasında tünelde başka araç ya da paparaziler yoktur." Trajik bir ka­zaydı ve kimsenin de olayda bir rolü yoktu" diye anlatmaya devam eder.



Bu da şunu gösterir. Paris po­lisinin gözaltına aldığı gazete­ciler, olayı haber alıp da gelen­lerden başkaları değildir. Yani paparazzilerin olayla hiçbir ilgi­leri yoktur.



Dodi el Fayed

Bir başka son şahid ise Diana'nın enkaza dönen Mercedes'ten çıkarılması çabalarına katılan Carlo Zaglia isimli itfaiyecidir. Prensesin kazadan sonra uzun bir süre bilincinin açık olduğunu söyler.

Zaglia, "Enkaz içinden ba­na gözleri fal taşı gibi açık bakıyordu. 'Ne oldu? Neler olu­yor? Bana ne olduğunu göste­rin" diye konuşuyordu' dedi. Diana'nın sıkıştığı yerden çık­maya çalıştığını belirten Zaglia, genç kadına "Endişelenmeyin. Her şey düzelecek" dediğini de aktarır. Zaglia'nın açıklamaları, Diana'nın kazadan sağ kurtuldu­ğu, şuurunun açık olduğu ancak sonradan İngiliz gizli servisi ta­rafından öldürüldüğü iddiaları­na yeni malzeme verir. Zira ka­zadan sonra yapılan resmi açık­lamalara göre Diana'nın "konu­şamayacak" kadar kötü yara­landığı ifade edilmişti.

Diana, Müslüman olmak mı istedi?..

Eğer Diana öldürüldü ise se­bebi neydi? Herkes bir sebep arayışı içine girer. Bunlardan bi­ri Diana'nın Müslüman olmak is­tediği iddiasıdır. Bu bomba, Av­rupa'nın dışında, çok uzaklarda, Pakistan'da patlar. Prenses Di­ana'nın müslüman olmak istedi­ğini öne süren kişi Lahor Camii'nin imamı Abdülkadir Azad'dır. The Nation gazete­sine verdiği demeçte, Onun İslam dinini sevdiğini ve müslü­man olmak istediğini, islam di­nine olan eğilimi yüzünden Batı' da eleştirildiğini iddia eder.

1991'de Lahor Camii'ni zi­yareti sırasında Diana'ya "İslam dinini seçmesini" önerdiğini söyleyen İmam Azad,"Ancak o, bunu bir müslüman erkeğin desteğiyle yapmak istiyordu" diye ilave eder.


Karnında çocuğu ile mi öldü?


Kazayla ilgili soruşturmayı yürüten Fransız polis yetkilisi, İngiltere'de yayımlanan The Independent on Sunday gaze­tesine yaptığı açıklamada, Pren­sesin hamileliğinin hastane ta­rafından hazırlanan raporlarda açıkça belirtildiğini söyler. Ga­zete, adını vermediği Fransız polis yetkilisinin, ölüme "su­ikast ya da komplonun" yol aç­tığına dair delil bulunmadığını belirtir. Bununla birlikte "bazı şeylerin üstünün örtülmeye çalışıldığını" kabul ettiğini de yazar.

Fransız polis yetkilisinin, ha­mileliğin Diana'nın ailesi ve Kraliyet'e "utanç" vermemek için gizlendiğini söylediğini kay­deden gazete, hamileliğin "ölüm ve ölümü çevreleyen şartlarla doğrudan ilgisinin bulunmadığı"nı belirtmekle kalmaz bu olayın Fransız yargıç tarafından gizli tutulduğunu da iddia eder.

İşte dananın kuyruğu burada kopar. Charles'tan ayrı olduğu­na göre çocuk kimdendi? Pren­sesin doğuracağı çocuk ileride kraliyetin varislerinden biri ola­bilir miydi? Babanın kimliği kra­liyet için çok mu sakıncalıydı?..

Diana'nın ölümünden sonra kamuoyunda uzun süre tartışı­lan bu tür iddialar, başta Prenses'in yakın arkadaşları ve hak­kında kitap yazan uşağı Paul Burrel olmak üzere çevresi tara­fından yalanlanır. Bu, akla uşak Paul'ün "A Royal Duty" isimli eserini olayı saptırmak için kale­me aldığını veya Diana'nın özel hayatını tam bilmediğini getiri­yor. Günahı vebali boynuna...


Dodi'yi Türk mezarcı gömdü


Prenses Diana Hıristiyan adetlerine göre gömülürken, ar­kadaşı Mısırlı Müslüman Dodi el Fayed'i gömmek bir Türk me­zarcıya nasip olur. Dini kuralla­ra uyarak cenazeyi kaldırmak is­teyen baba Muhammed el Fa- yed, büyük oğlunun cenazesini Kıbrıslı Türk işadamı Ramazan Güney'in sahibi olduğu, Londra dışındaki Woking'de bulunan Brookwood Mezarlığı'na. defnettirir.


Muhammed el Fayed, cese­din çalınmasından korktuğu için, oğlunun gömülmesi işle­mini büyük bir gizlilik içinde geceyarısı gerçekleştirir. Londra'daki Regents Park Camii'ndeki cenaze töreninden soma, Dodi'nin naaşı Londra'ya 40 mil mesafedeki Avrupa'nın en bü­yük mezarlığına getirilir. 350 bin kişinin yattığı tarihi mezarlığın Kıbrıslı Türk sahibi Ramazan Güney, Hürriyet Gazetesi'ne yaptığı açıklamada; "Dodi'yi biz gömdük. Mezarın açılmaması ve Dodi'nin cese­dine birşey olmaması için 20 santim kalınlığında beton dökmem istendi. Muhammed Fayed, oğlunun cesedinin başına birşey gelmesinden korkuyor. Bana, "herşey poli­tik. Aman kimse mezara doku­nmasın" dedi. Politik lafıyla ne demek istediğini anlama­dım ama siz merak etmeyin. Adamlarımız gece kontrol eder diye teminat verdim" der.


The end...


Kazanın olduğu günden bugüne yedi yıl geçer. AP ajansı 06.01.2004 tarihinde Galler Prensesi Diana'nın Paris'te ölü­müne yol açan trafik kazasıyla ilgili olarak, İngiltere'de yapı­lacak ilk resmi soruşturmanın başladığı haberini geçer. Ha­bere göre Londra'da yapılacak oturumda iki tanığın ifadelerine başvurulacaktır. Kraliyet savcılı­ğı tarafından başlatılan soruştur­manın, suikastten cinayete kadar değişen çeşitli komplo teorilerine bir nokta koyması beklenmekteymiş. Kaza ile ilgili soruşturmanın uzun sürebilece­ği de söyleniyormuş.

Önce şunun sorulması gere­kiyor; ölen bir prenses idi. Ale­lade biri değildi. Niçin resmi so­ruşturma 1997 yılındaki ölü­münden tam 7 yıl sonra başladı?



Ahmet Sarbay
Tarih ve Düşünce Dergisi
Nisan 2004




7 Şubat 2014 Cuma

HAARP KIYAMET SİLAHIMI ?

HAARP kıyamet silahı

Ruslar, ABD yi suçluyor. "Bizi yakıyorsunuz!"
Tarihe baktığımızda HAARP teknolojisini ilk kullananlar ABD değil, Ruslar aslında. 04/07/1976 tarihinde bugünkü ABD' nin elindeki Alaska' daki HAARP teknolojisinin ilk prototipini Rusya' da 40 MV gücünde 3 tesis kurarak denemişti. "Rus Ağaçkakanı" denilen bu tesislerin çalışması 1993 yılına kadar devam etmiş, ABD, Rusları California eyaletini yakmakla suçlamıştı. Bu dönem içinde eyalette kuraklık, yangınlar, iklim değişiklikleri, seller meydana gelmişti. Tesis kapatıldığında eyaletteki iklim normale dönmüştü. 10/12/1976 yılında BM ler bir karar alarak, "iklim değişikliği için teknoloji üretiminin yasak olduğunu" ilan etti.

Bugün ABD nin HAARP teknolojisi, Rusların elindekinden daha güçlü. 180 anten ve bunlardan yayılan bir saniye içinde kullanılan frekans tam resmi olarak 3,6 GV gücünde ve gayri resmi olarak 10 GV gücünde, artık istenilen bir ülkenin hava sahasına veya yerkabuğuna yönlendirilme yetisine sahipler. 


Tabi bunu yaparken, petrol ve doğalgaz araştırılması, denizaltılar arası iletişim, R. Regan' nın itiraf ettiği gibi, nükleer füzeleri engellemek, yada atmosferik olayları çözümlemek ve bir takım felaketleri önceden engellemek gibi savunma amaçlı ve masum insancıl bilimsel bir deney olarak gösterilmektedir.




Tesisin ilk mucidi aslında N. Tesla' dır. 1900 yılında "doğal kanallar ile elektrik enerjisi aktarımı" için patent başvurusunda bulundu ama, kısa adı TMT "Tesla Magnifying Transmitter" olan bu aracın patentini ancak 1914 yılında alabildi. Bugünkü HAARP teknolojinin temeli bu patente dayanır. Tesla' nın sonra açlık içinde hizbe bir hotel odasında ölümüne kadar bu patentinden bir yarar sağlayamadı. Tesla' nın iddiasına göre 2 milyon USD kadar bir parayla tüm dünyada kablo olmadan elektiriğin aktarımını sağlamak istiyordu. Kablosuz 400 lambayı aynı anda yakmayı bile başarmıştı. Cihaz sadece 300 KV gibi mütevazi bir güçle çalışıyordu. Bu basit aletin bile, o zamanlar Tunguska olayına sebep olduğu söylenmişti.
Bu basit ve insancıl bir amaç hiç gerçekleşmedi ama bunun yerine dünyanın en korkulan tesisi yapıldı.

Üzerinden uçağın geçmesi halinde düşürebilecek, hatta havada yakabilecek kadar güçlü bir radyo dalgasına sahip, dünyanın en büyük ve en güçlü "mikro-dalğa fırını" demek daha doğru olur. Bu tesisin güneş patlamasından gelen kozmik zararlı ışınların benzerini yaratacağını söyleyenler ve yazanlar var. Çok uçuk bir teori ama bu gerçek ise; ışınların güneşten mi yoksa tesisten mi geldiğini artık bilemeyeceğiz. Bu hali ile tam bir kıyamet silahı...

Askeri bir tesisin içinde üzerinden uçak geçmesi yasak, bir kaç adet resim dışında bilinen bir görüntüsü yok. Yılda 4 defa çalıştırıldığı söyleniyor ama bu tesisin deprem yarattığından, üzerindeki dünyanın en büyük ozon tabakası deliğinin oluşturmasından, atmosferdeki iyonosfer bölgesini kızarttığı ve iklimde değişikliği tetiklediği yönünde ciddi iddialar var. Bunları yazıp söyleyenlerde bilimadamları. Hatta Tesla, TMT aletini tanımlarken 21/04/1908 tarihinde The Times editörüne şöyle yazmıştı; "Gelecekte savaşlar hava araçları, bombalar vs klasik şeyler ile yapılmayacak, adamın biri oturduğu yerden bir düğmeye basarak bir ülkeyi yok edebilecek. Bu yönde tesisler kurulabilir." demiştir. Tesla' nın icadını geliştiren Dr. Bernard J. Eastlund, 1938 yılında ABD Patent Dairesinden 4686605 nolu patentini aldı. Aldığı patent aslında HAARP cihazı idi. Buna benzer aldığı 2 patenti büyük firmalara sattı. Bu bilimadamı aynı zamanda Atomik Enerji Komisyonunda da 8 yıl çalışmıştı.


Bugünlerde Rusların iklim değişikliğinden ABD'yi suçlaması, geçmişte kendisininde yarattığı canavarın sonuçlarını çok iyi bilmesinden kaynaklanıyor olmasın? Rusya bugünlerde çok zor durumda, her gün 400 den fazla yerde çıkan yangınlar sonucu;
*Tüm ülkedeki tarımsal üretimin 1/4 ü yok olmuş durumda, buğday fiyatları % 50 arttı, nedense ABD' de bu yılda olağanüstü bir buğday fazlası varmış, Ruslar tarımsal açığı kapamak için, günde 10-14 milyon varil petrol üreterek tarihinde ilk defa dünyanın en büyük üreticisi olarak Suudileri solladı. Bu durum dünyada petrolün varilinin 80 USD ye çıkmasını engellemedi.
*Yangınlar nükleer tesislere ulaşmış durumda ve kullanılmış atık depolarının yanması halinde atmosfere yayılan radyasyonlu duman ile tüm Rusya halkı kanser tehlikesi ile karşı karşıya,
*Rus borsası gelişmelerden rahatsız olmuş ve yabancı yatırımcılar ülkelerine geri dönüyor.
*Rus ordusuna ait Kolomenskaya gizli bölgesindeki iki askeri üs tamamen hasar görmüş durumda, burada Rusların kozmik belgelerinin yandığı söyleniyor,
*Yangın ve ölümler ile Putin' nin halk desteği devamlı düşüyormuş,
*Türkiye iki yangın söndürme helikopterini Moskova' ya göndermiş bile, ayrıca Fransa, Almanya, Polonya ve Bulgaristan bile teknik araç ve ekip göndermiş, tabi bunun arkasında nükleer atık dolu bulutların bu ülkeleri etkileme ihtimali korkusuda var.
Hiçbir zaman ispat edilemeyecek bir yığın iddia altında, 130 yılın en sıcak yazını yaşıyoruz. Rus bilimadamlarına göre; bu sıcaklığın sürmesine neden olan hiçbir meteorolojik veride ortada yokmuş. Anormaliklerin içinde, normal hayatımızı yaşayoruz desek yalan olur. Bu da komplo teorilerini akla getiriyor ister istemez.


Kaynak:
http://alternatif.blogcu.com/haarp-kiyamet-silahi/8668095